Sunday, February 10, 2019

Öküz Gözü

Yüzyıllar önce de varmış "birileri". Öküzün boynuzundaki tepside yaşarmış insanlar. Öküz ne zaman sinirlense boynuzlarıyla büyük yıkıcı depremler yaratırmış. İnsanoğlu öküzleri yolda otlarken gördükten sonra güneşe sarmışlar. Güneşten o kadar korkmuşlar ki geceleri yapmışlar kötülükleri, pislikleri. Ortaya çıktığındaysa, şeytana atmışlar suçu. Şeytanlardan korunmak için melekleri yaratmışlar.



Ölümden korkmuşlar, "yeniden doğumu" yaratmışlar. Eşyalarıyla, hikâyeleriyle, evleriyle gömülmüşler. Uzun zaman geçmiş bakmışlar ölenlerde geri dönüş yok başka bir yere gitti demişler çok uzaklara. Her şeyin en güzel olduğu o yere.. İnanmayanların cezasıysa kendi icat ettiğimiz ateşte yanmak olmuş. Sanmışlar ki günahlar(!) adaklarla temizlenir. Kendileri yerine başkalarını 'ateşe' atmışlar.
Düşünen beyinler ağaca, güneşe, aya tapmamaya başladığında tek çare Zeus'a, Tengere Kayra Han'a Ra'ya inanmak olmuş... İnsanoğlu yetmezmiş gibi şimdi de tanrılar savaşmaya, üstünlüklerini kanıtlama çabasına girmeye başlamış..


Tanrılar arasındaki bu üstünlük mücadelesi insanları yıldırmıştı. Birileri çıktı "ben tanrının parçasıyım tanrı her yerde" dedi. Söylerken yukarılara bakıyordu. İyilik üstüne kurulu, daha mantıklı bu görüşe tüm insanlar yürekten inandı. Bu uğurda birbirlerini katletmelerine bile aldırmadan durmadan yayıldılar. Çeşitli adlarla çıkan bu yeni dinlerin hepsi insanlığın ihtiyaçlarını tatmin etmişti. Çünkü beyinlerinin %10 unu bile aktif kullanamayan insanoğlunun acıları dinmişti. Kızlarını kaybeden aile onun iyi olduğunu ve bir gün yeniden göreceğini bilerek yaşıyor, fakir dualara sığınıyor, sorgulanan tüm soruların cevabı açıklanıyordu.
Yarattıkları dinin bile değerini bilemeyen insanlar, gücü egoyu "kişisel" gelişimde buldu. Zamanla zenginleşen din adamları ülke üzerinde tek otorite oldular. Gelişim durdu. Haklılardı; inanmak giderek zorlaşıyordu. Oysa Platon dinle bilim iç içedir dememiş miydi? Öyle olmasa öğrencisi Aristoteles, tüm gezegenlerin Dünya etrafında mükemmel dönüşünü başka nasıl açıklayabilirdi? Aristoteles gökyüzündeki evrenin sonsuza dek aynı kalacağını söylemişti. Ta ki Kopernik gezegenlerin hem Güneş'in hem de kendi etrafında döndüğünü söyleyene kadar. Nedeni de vardı; merkez çekim kuvveti. Mükemmelik bozulmuş, ilerleyen bilim yerleşik dini geçmişti. Cennetin artık para etmemeye başladığı sıralarda rahipler engizisyon mahkemelerini kurdular. Galileo' yi bile düşüncelerinden vazgeçiren(!) bu mahkemeler başka taraflarda buharlı makineleri kabul etmeyen yöneticiler olarak görüldü. Newton'un yerçekimi kanununu bulmasıyla dinle bilim tamamıyla ayrıldı. Başlangıçta insanların doğru yaşamaları için yarattıkları din artık yetmeyince sıra yok etmeye gelmişti. Kendi yazdıkları hikâyeye inanan insanlar inanmaya hep devam ettiler. Çünkü hala ölüyorduk, hala tüm soruların cevabını bilmiyorduk,fakir hala fakirdi..
Din ile kandıramadıkları diğer küçük insanları ise ırkçılık duygularıyla böldü bu küçük insanlar. Kendilerine isim taktılar Kürt,Türk,Alevi, Cerkez,Alman,Yahudi,sol,sağ.. Birbirlerini öldürerek kahraman oldular, karşıdakileri tanımadılar üstün oldular, nefes almalarına bile izin vermediler bazen. Hakları,özgürlükleri,eşitliği önemsemediler..Belki de hiç bilmiyorlardı.


Oysa yüzyıllarca savaşlarla dinlerle ne kadar da çok vakit kaybetmişlerdi. Çaba başka yönde olsaydı belki tüm hastalıklar son bulurdu (hastanelere doktorlara gerek kalmazdı), insanlar okudukça sevgiyi tanır anlardı. Kısa süreli maddi zevkler uğruna bencilce yaklaşmaz, eşitliği savunurlardı. Böylece suçlar işlenmez, kurallar konulmaz, bunu denetleyen polise askere mahkemelere haliyle avukatlara gerek kalmazdı. İnsanlar, doğdukları anda üstlerine yapışan kimliğin komik savaşını bir kenara bırakır, dünyadaki açlığa, eşitsizliğe, doğaya verilen zarara yönelirdi. Gösterişe gerek duymayan insanlar süse yönelik eşyalar üretmez, rekabete ve aşırı tüketime dayanan bir ekonomi uygulanmadığı için satıcı ve reklamlara da gereksinim duyulmazdı. Üretim hizmet adı altında olduğu için sınıflara ve sendikalara da gerek kalmazdı. Devlete, hukukçulara, politikacılara gereksinim duymayan, bürokrasinin olmadığı bir toplum hayal edin. Irksal bölücülüklerin olmadığı, din adı altında baskıların hissedilmediği, bir toplum. İnsanlar böyle bir toplumda küçük insan düşüncelerini bir kenara bırakıp kendine döndüğünde, beyninin %100 nü kullanabilirse yaşayacağı sonsuz deneyimlerin var olduğunu görebilirdi. Belki de bütün bunlar var olsaydı dünya bir çağ atlardı.


Bunu bilen, düşünen beyinler ise artık beklemeyi ve sessizce ilerlemeyi öğrendi sanırım. Ta ki cevapları algılayabilecek beyinler gelişene, ölümsüzlüğü tadana, eşitliği öğrenene kadar.



19.05.2009

No comments:

Post a Comment